Zamanaşımı mı Hafıza mı? Unutulma Hakkının Işığında Dijital Arşivciliğin Anayasal Sınırları

Yazar: Av. Esra Nur Kaya

Giriş

İnsanoğlunun geçmişle ilişkisi daima hukuk, etik ve toplumsal hafıza ekseninde tartışılmıştır. Klasik hukuk sistemlerinde ‘zamanaşımı’ kavramı, kişilerin geçmişin yükünden kurtulmasına hizmet eden bir araç olarak işlev görmüştür. Buna karşılık, dijital çağda ortaya çıkan ‘sınırsız hafıza’ olgusu, geçmişin sürekli erişilebilir kılınması nedeniyle bu işlevi zayıflatmaktadır. Özellikle internetin arşivleme niteliği, bireylerin hayatları boyunca taşıyacakları bir dijital gölge oluşturmakta ve onların özgürlüklerini doğrudan etkilemektedir. Bu bağlamda ‘unutulma hakkı’, bireylerin dijital dünyada varoluşunu korumak için ortaya çıkan en önemli hukuki taleplerden biridir.

Unutulma hakkı hukuki bağlamda, birey hakkında artık güncel olmayan bilgilerin dijital ortamlarda erişimden kaldırılmasını ve geçmişine dair bilgilerin tekrar gündeme getirilmemesini güvence altına alır. Bu hak, hukuka uygun içeriklere yönelmiş olsa da klasik kişisel hakların korunmasına dair taleplerden ayrışır; çünkü yalnızca ihlale uğramış bir hakkın değil, bireyin toplumsal ve dijital varlığının sürekliliğinin korunmasını hedefler. Dolayısıyla unutulma hakkı, bireyin dijital kimliğini ve itibarını koruyan, aynı zamanda geçmişin üzerindeki gölge etkisini azaltan bir hukuk mekanizması olarak ortaya çıkar. Özellikle dijital çağda, internetin kalıcı hafızası ve arşivleme pratikleri göz önüne alındığında, bu hak bireylerin geçmişle barışık bir şekilde toplumsal hayata katılımını mümkün kılar ve hukuki güvenliğin yeni bir boyutunu oluşturur.

Bu hukuki güvenlik talebi; genel olarak kişilerin üçüncü kişiler nezdinde bulunan kişisel verileri kontrol etme ve sildirme veya yok ettirme hakkı ile kendini göstermektedir.

Nitekim unutulma hakkının yasal gerekçesi olarak başlıca ilişkili olduğu haklar; kişisel verilerin korunması, haberleşme ve ifade özgürlüğü, iletişim özgürlüğü, basın hürriyetidir. İşbu haklar arasında adil bir dengenin kurulması gerekmekte ve hakların yarışında bireylerin mağdur edilmemesi hedeflenmektedir.

Kişilerin bedensel ve ruhsal bütünlüklerinin korunmasını talep etme hakkı, anayasal düzeyde güvence altına alınmış temel bir insan ve medeni haktır. Bu bağlamda, unutulma hakkının önemi giderek artmaktadır; zira internet ve sosyal medya ortamlarında paylaşılan olumsuz bilgiler, bireylerin onur ve haysiyetini ciddi şekilde zedeleyebilir, hatta yaşamlarını olumsuz yönde etkileyebilir. Her bireyin hayatında yeni bir sayfa açma hakkı olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu hakkın güvenceye alınması ancak unutulma hakkı mekanizması aracılığıyla mümkün hale gelir.

Dijital arşivcilik ise unutulma hakkı ile yarışan bir konu olarak görülmektedir. Ancak dijital arşivcilik, bireylerin ve toplumların geçmişini korumak gibi işlevlere sahiptir. İnternet ve sosyal medya platformlarında depolanan bilgiler, tarihsel hafızanın bir parçası olarak kalıcı bir şekilde saklanır; bu durum, bireyin geçmişiyle yüzleşmesini ve gerektiğinde bu geçmişten özgürleşmesini zorlaştırabilir. Dolayısıyla, dijital arşivlerin toplumsal yarar sağlayan işlevi ile bireylerin unutulma hakkı arasındaki denge, hukukun güncel meselelerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu çalışmada, unutulma hakkı ile dijital arşivciliğin anayasal sınırları arasındaki gerilim, zamanaşımı ve hafıza ekseninde tartışılacaktır.

Dijital Çağda Hafıza ve Zamanaşımı

Zamanaşımı, hukuk sistemlerinde adalet ile toplumsal barış arasında kurulan dengenin önemli bir aracıdır. Bir yandan, suçların veya borçların sonsuza dek kişilerin üzerinde kalmaması gerektiği kabul edilir; diğer yandan ise devletin hukuki düzeni koruma yükümlülüğü gözetilir. Ancak dijital çağda verilerin kalıcı olarak saklanması, zamanaşımının bireylere sağladığı korumayı zayıflatmaktadır.

Örneğin: yıllar önce işlenmiş ve cezai sorumluluğu ortadan kalkmış bir olayın internet arşivlerinde hala görünür olması, bireyin toplumsal itibarı üzerinde olumsuz sonuçlar yaratabilmektedir. Bu nedenle, dijital hafızanın mutlak şekilde korunması zamanaşımı kurumunun ruhuna aykırı bir etki doğurmaktadır.

Dijital arşivlerin sınır tanımayan yapısı, bireylerin ‘unutulma hakkı’ talebini güçlendirmektedir. Bir başka ifadeyle, klasik hukuk sistemlerinde zamanaşımı ile elde edilen koruma, dijital çağda ancak unutulma hakkı yoluyla sağlanabilmektedir. Burada önemli olan nokta, hafızanın tamamen yok edilmesi değil bireylerin geçmiş hatalarının veya önemsizleşmiş verilerinin kamuya sürekli açık tutulmamasıdır.

Unutulma hakkında zaman unsuru ile ilgili olarak genel kabul gören görüş, hukuka uygun şekilde kamuya açık hale gelmiş bilgilerin, belirli bir süre geçtikten sonra bireyler tarafından erişimden kaldırılmasının talep edilebileceği yönündedir.

Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın Google Spain kararında, internette yer alan bilginin on altı yıl önceye ait olması, zaman unsuru açısından değerlendirilmiş ve bilginin güncelliğini yitirdiği vurgulanmıştır. Öğretide ise, belirli bir zamanın geçmesinin unutulma hakkının uygulanmasında önemli bir kriter olduğunu belirtmektedir.

Bununla birlikte, bir bilginin güncelliğini yitirmiş sayılacağı kriterler kesin değildir; bu durum, bilginin niteliğine, bireyin konumuna ve ilgili ülke hukukuna göre farklılık gösterebilir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2015 yılında unutulma hakkına ilişkin verdiği kararda;

“Bu bağlamda değerlendirildiğinde; 4 yıl önce gerçekleşen bir olayın mağduru olan kişinin adının açık bir şekilde yazılarak kitapta yer alması halinde unutulma hakkının bunun sonucunda da davacının özel hayatının gizliliğinin ihlal edildiği kabul edilmelidir. Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın “Google Kararı”nda açıkladığı gibi ilgili verinin kamu hayatında oynadığı önemli rol ve halkın ilgili veriye yönelik yoğun ilgisi şeklinde, üstün bir kamu yararını ortaya koyan özel sebepler bulunmadığına göre bilimsel esere alınan kararda kişisel veriler açık bir şekilde yer almamalıdır.” şeklinde hüküm kurulmuştur.

Benzer şekilde Yargıtay 4.Hukuk Dairesi’nin 2020/9876 Esas ve 2020/14532 Karar sayılı kararında dijital bir ajanda sıfatıyla kullanılabilir olan Arama motoru sonuçlarının kişilik haklarına saldırı iddiası gündeme gelmiş ve güncel olmayan içeriklerin etkisinin sınırlı olması gerektiği ifade edilmiştir.

Bu bağlamda dijital dünyada yer alan kişisel verilerin belirli bir süre sonrasında anayasal haklar gözetilerek unutulma hakkı gerekçesiyle kaldırılması hukuka uygun bulunmuştur.

Unutulma Hakkı Bağlamında Anayasal Çerçeve

Unutulma hakkı, ilk olarak Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın 2014 tarihli ‘Google Spain’ kararıyla somut bir hukuki nitelik kazanmıştır. Bu karara göre bireyler, kendi isimleriyle yapılan aramalarda çıkan ve güncelliğini yitirmiş bazı sonuçların kaldırılmasını talep etme hakkına sahiptir. Böylece bireylerin dijital kimliklerinin korunması anayasal düzeyde tartışmaya açılmıştır.

Türk Hukuk sistemimizde ise, unutulma hakkı Anayasa ve kanunlarda doğrudan düzenlenmiş bir hak değildir. Ancak Anayasa madde 5 ile düzenlenen “insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” ifadesiyle şahısların maddi ve manevi bütünlüklerini engelleyici durumları ortadan kaldırma konusunda devlete pozitif bir yükümlülük yüklenmiştir.

Öyle ki yine Anayasa madde 17’de yer alan “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlığı ile “herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” Şeklinde hüküm kurulmuştur. Anayasa m.20/3 ile kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı; “Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir.” hükmü ile koruma altına alınmaktadır.

Dolayısıyla her ne kadar unutulma hakkı Anayasamızda doğrudan düzenlenmiş bir hak olmasa da Anayasa’nın ilgili maddeleri birlikte yorumlandığında unutulma hakkının dolaylı olarak Anayasa’da yer aldığı ve korunduğu söylenebilir.

Öte yandan KVKK m.11/1-e bendi ile kişisel verileri işlenen kişi madde 7’de yer alan şartlar bünyesinde, kişisel verilerinin silinmesini veya yok edilmesini isteyebilecektir. Bu hükmün uygulanabilmesi için kişisel verilerin işlenmesini gerektiren sebeplerin ortadan kalkması gerekecektir.

Ancak burada belirtmek gerekir ki unutulma hakkı kapsamında bireyin verilerinin silinmesi yahut yok edilmesi gibi işlemler, kişiye sıkı sıkıya bağlı şekildedir. Bu bağlamda üçüncü şahısların, bireylerin unutulma hakkı kapsamında kişisel verilerinin silinmesi yahut yok edilmesine ilişkin talepleri kabul edilemezdir. Mirasçıların unutulma hakkı kapsamında işlem yapabilmeleri kanunen tartışmalı bir husus olsa da Yargıtay daha önceki yargılamalarında vefat eden kimsenin eşinin yaptığı başvuruya ilişkin, erişimin engellenmesi talep edilen internet yayınlarının bilirkişi vasıtasıyla incelenerek kişilik hakkı ihlali bulunması halinde erişimin engellenmesi yönünde karar verilmesini hükmetmiştir.

Burada asıl mesele, bireyin geçmişteki bir olay nedeniyle sürekli damgalanmasının önlenmesi ile toplumun haber alma hakkı arasındaki dengenin sağlanmasıdır. Nitekim unutulma hakkı, Anayasal çerçevede mutlak bir hak değildir. Örneğin, kamu yararı yüksek olan bir yolsuzluk olayı veya kamuya mal olmuş kişilerin faaliyetleri söz konusu olduğunda, bu bilginin korunması toplumsal yarar gereği öncelikli kabul edilebilir. Buna karşın, sıradan bireylerin özel yaşamına ilişkin ve güncelliğini yitirmiş verilerin sürekli erişime açık tutulması anayasal hak ihlaline yol açabilmektedir.

Unutulma Hakkı ve İfade Özgürlüğü

İfade özgürlüğü mutlak değildir; belirli şartlar çerçevesinde sınırlandırılabilir. Bu özgürlük kullanılırken, başkalarının temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmemesi gerekir. Bir yayın, bazı kişiler için bilgilendirici ve değerli olabilirken, başkaları için rahatsız edici veya kırıcı olabilir. İfade özgürlüğü kullanılırken, başkalarının özel yaşamına saygı gösterme ve kişisel verilerini koruma haklarına dikkat edilmelidir.

Dijital dünyada, daha geniş kitlelere ulaşmak amacıyla zaman zaman çarpıcı başlıklar ve sansasyonel içerikler kullanılabilmektedir. Ancak büyük şirketlerin ekonomik çıkarları, bireylerin maddi ve manevi varlıklarını koruma, özel yaşama saygı gösterme ve onur, şeref gibi haklarını ihlal etmemelidir.

Bu nedenle unutulma hakkı: bireyin manevi varlığını geliştirme, insan onurunu koruma ve kişisel verilerini güvence altına alma hakları ile ifade özgürlüğü arasında bir denge kurulmasını amaçlar. Bu bağlamda kamu yararı ile özel yarar, yani ifade özgürlüğü ile unutulma hakkı arasında doğal bir çatışma söz konusu olabilir.

Unutulma hakkı ile ifade özgürlüğü arasındaki ilişki, dijital çağın en tartışmalı hukuki konularından biridir. Unutulma hakkı, bireylerin dijital ortamda geçmişlerine dair bilgilerin erişimden kaldırılmasını veya sınırlandırılmasını talep etme yetkisini güvence altına alırken, ifade özgürlüğü demokratik toplumlarda bilgiye erişim, basın özgürlüğü ve kamuoyunu bilgilendirme hakkını kapsar. Bu iki hak arasındaki gerilim, hukukun bireysel haklarla toplumsal yararı dengeleme sorumluluğunu ortaya koyar.

Bahse konu Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın 2014 tarihli Google Spain kararı, unutulma hakkı ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi hukuki olarak tartışmaya açmıştır. Kararda, bireylerin isimleriyle yapılan aramalarda güncelliğini yitirmiş bilgiler için unutulma hakkını talep edebileceği kabul edilmiş; ancak kamusal yarar taşıyan bilgiler, özellikle kamu görevlileri ve politikacılarla ilgili içerikler söz konusu olduğunda, bu hakkın sınırlanabileceği vurgulanmıştır. Karar, unutulma hakkının mutlak olmayacağını ve ifade özgürlüğü ile toplumsal bilgi edinme hakkının korunması gerektiğini ortaya koymaktadır.

Türkiye’de de benzer bir hukuki çerçeve mevcuttur. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvurular kapsamında verdiği kararlarla, güncelliğini yitirmiş ve toplumsal önemi azalmış bilgilerin internet ortamından kaldırılmasının bireylerin kişilik haklarını korumak açısından gerekli olduğunu ifade etmiştir. Örneğin, 2017/2421 başvuru sayılı kararda, bireylerin eski haberlerin veya verilerin sürekli erişilebilir olmasının onur ve itibarlarını zedeleyebileceği vurgulanmış, ancak bu hakkın basın özgürlüğü ve demokratik denetim işlevleri ile dengelenmesi gerektiği belirtilmiştir.

Kişisel Verileri Koruma Kurulu da unutulma hakkı ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi düzenleyen kararlar almıştır. 2019 ve sonrasında verilen kararlarda, veri sorumlularının internet ortamında güncelliğini yitirmiş kişisel verileri silmesi veya erişimini kısıtlaması yönünde uyarılarda bulunulmuş, aynı zamanda toplumsal yarar ve kamusal bilgi ihtiyacının gözetilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bu kararlar, unutulma hakkının uygulanabilirliğinde “bilginin güncelliği” ve “toplumsal önemi” gibi kriterlerin önemini ortaya koymaktadır.

Yargıtay kararları da benzer bir yaklaşım sergiler. Örneğin, 4. Hukuk Dairesi’nin 2020/9876 E., 2020/14532 K. sayılı kararında, internet aramalarında yer alan eski içeriklerin kişilik haklarını zedeleyebileceği belirtilmiş ve güncelliğini yitiren içeriklerin değerlendirilmesinde birey lehine ölçütlerin dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir. Benzer kararlar, sosyal medya paylaşımlarının ve eski haber içeriklerinin birey üzerindeki etkisini değerlendirirken, unutulma hakkının uygulanabilirliğini somutlaştırmaktadır.

Akademik literatürde de vurgulandığı üzere, unutulma hakkı mutlak bir hak değildir. Bilginin niteliği, bireyin konumu, bilginin güncelliği ve toplumsal yararı dikkate alınmalıdır. Küçük hatalar veya önemsiz bilgiler söz konusu olduğunda, bireyin hakları öncelikli olabilir. Ancak bilgi kamu yararı taşıyorsa, örneğin kamu görevlileri veya politikacılarla ilgiliyse, ifade özgürlüğü ve toplumsal hafıza öncelikli kabul edilir.

Sonuç olarak, unutulma hakkı ve ifade özgürlüğü arasındaki ilişki, dijital çağda hukukun en kritik denge görevlerinden birini temsil etmektedir. Türkiye’deki anayasal çerçeve, AYM içtihatları, KVKK ve Yargıtay kararları ışığında, bireylerin dijital kimliklerini korurken toplumun bilgiye erişim hakkını ve demokratik denetimi güvence altına alacak şekilde şekillenmektedir. Bu denge, hukuk, teknoloji ve etik birlikteliğinin sağlanmasını zorunlu kılmakta ve unutulma hakkını yalnızca bireysel bir koruma mekanizması olmanın ötesine taşımaktadır.

Dijital Arşivciliğin İşlevi ve Sınırları

Dijital arşivcilik, yalnızca bireylerin değil toplumların da hafızasını korumaktadır. Özellikle akademik araştırmalar, gazetecilik ve tarih yazımı açısından dijital arşivlerin önemi büyüktür. Ancak bu işlev, bireysel haklarla çatıştığında anayasal sınırlar çerçevesinde yeniden değerlendirilmelidir.

Dijital arşivciliğin anayasal sınırlarını belirlerken üç temel ölçüt dikkate alınmalıdır:

  1. Kamusal Yarara Katkı: Arşivlenen bilginin toplumsal bir işlevi olup olmadığı belirlenmelidir. Bir bilgi yalnızca merak giderici nitelikteyse, unutulma hakkı daha ağır basabilir.
  2. Bireysel Hakların Korunması: Bireyin kişisel gelişim hakkı, onur ve itibarının korunması anayasal güvence altındadır. Dolayısıyla bu hakların ihlali söz konusu olduğunda arşivlere erişim sınırlandırılabilir.
  3. Zaman Faktörü: Bir bilginin güncelliğini yitirmesi, unutulma hakkının kullanılabilirliğini artırmaktadır. Geçmişte önem taşıyan bir haberin, üzerinden uzun yıllar geçtikten sonra aynı derecede korunması zorunlu değildir.

Bu ölçütler ışığında, dijital arşivcilik ve unutulma hakkı arasındaki dengenin somut olay bazında değerlendirilmesi gerekmektedir. Hukuk, burada soyut ilkelerden çok somut vakaların özgün koşullarına göre çözüm üretmek zorundadır.

Sonuç ve Değerlendirme

Zamanaşımı ile hafıza arasındaki gerilim, dijital çağın en önemli hukuki ve etik sorunlarından birini oluşturmaktadır. Bir yanda bireylerin geçmişin yükünden kurtulma hakkı, diğer yanda toplumun kolektif hafızasını koruma gerekliliği vardır. Unutulma hakkı, bu iki uç arasında bir denge aracı olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak bu hak mutlak değildir; her somut olayda kamu yararı, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü ile birlikte değerlendirilmelidir.

Anayasal sınırların çizilmesinde hukukçular, teknoloji uzmanları ve etikçiler arasında disiplinler arası bir iş birliği zorunludur. Çünkü dijital arşivcilik sadece hukuki bir mesele değil, aynı zamanda teknolojik ve kültürel bir meseledir. Bireylerin özgürlüğünü ve toplumsal hafızayı aynı anda koruyan bir model geliştirmek, çağımızın en önemli anayasal sorumluluklarından biri haline gelmiştir.

Sonuç olarak, unutulma hakkı bireyin özgürleşmesini sağlarken; dijital arşivcilik toplumun kendini hatırlama kapasitesini teminat altına almaktadır. Bu ikili yapı arasındaki denge, anayasal sınırların sürekli tartışılmasını ve güncellenmesini zorunlu kılmaktadır. Bu tartışmalar yalnızca hukuki bir mesele değil, aynı zamanda birey ile toplum arasındaki ilişkinin yeniden tanımlanmasına yönelik felsefi bir sorgulamadır.

Yazar: Av. Esra Nur Kaya

Kaynakça

1. Avrupa Birliği Adalet Divanı, Google Spain SL, Google Inc. v Agencia Española de Protección de Datos, Mario Costeja González, C-131/12, 2014.
2. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 1982.
3. Anayasa Mahkemesi Kararları (Bireysel Başvuru), çeşitli tarihli kararlar.
4. Bygrave, L. A. (2014). Data Privacy Law: An International Perspective. Oxford University Press.
5. Rosen, J. (2012). The Right to Be Forgotten. Stanford Law Review Online, 64, 88–92.
6. Gürbüz, A. (2020). Dijital Hafıza ve Unutulma Hakkı: Anayasal Perspektif. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi.
7. Koops, B. J. (2011). Forgetting Footprints, Shunning Shadows: A Critical Analysis of the Right to Be Forgotten in Big Data Practice. SCRIPTed, 8(3), 229–256.
8. Eren Sözüer, Unutulma Hakkı-İnsan Hakları Hukuku Perspektifinden Bir İnceleme, On iki Levha Yay., Ekim 2017, s. 7-8.