Kendisiyle Yapılan Haberleşme İçeriğinin Sosyal Medya Aracılığıyla Hukuka Aykırı Olarak İfşa Edilmesi
Yazar: Av. Berk YİĞİT
Özet
[Yiğit, Berk], [Kendisiyle Yapılan Haberleşme İçeriğinin Sosyal Medya Aracılığıyla Hukuka Aykırı Olarak İfşa Edilmesi],[ BİH620/ – Proje Dersi Raporu], Ankara, [2020]
Son yıllarda insanlar arasındaki etkileşimin artmasıyla, haberleşmenin de önemi artmıştır. İnsanlar arasındaki mesafeler, internetin yaygınlaşmasıyla gittikçe azalmış, özellikle sosyal medya kullanımının artmasıyla neredeyse insanlar arasında sosyal bir mesafe kalmamıştır. Herkes rahatlıkla ulaşılabilir hale gelmiştir. İşte bu durum, aynı zamanda bir takım sorunları da beraberinde getirmiştir.
Yapılacak olan bu çalışma ile, insanlar arasında gizlilik esasıyla yapılan haberleşmelerin, hukuka aykırı olarak sosyal medya platformlarında ifşa edilmesi ve buna ilişkin hukuka uygunluk nedenlerinin ceza hukuku kapsamında değerlendirilmesi, bununla birlikte haberleşmenin gizliliği ve sosyal medyanın etkileri üzerinde incelemelere yer verilmesi amaçlanmaktadır.
Anahtar Sözcükler
Haberleşme, Sosyal Medya, Haberleşmenin Gizliliğin İhlal Suçu, Aleniyet, Alenen İfşa
İÇİNDEKİLER
- GİRİŞ
- HABERLEŞME
- Haberleşme Kavramı
- Haberleşmenin Gizliliği
- Haberleşme Özgürlüğünün Korunması
- SOSYAL MEDYA
- Sosyal Medya Kavramı
- Sosyal Medyanın Etkileri
- KENDİSİYLE YAPILAN HABERLEŞMENİN DİĞER TARAFIN RIZASI OLMADAN HUKUKA AYKIRI OLARAK İFŞA ETME SUÇU
- Genel Olarak
- Korunan Hukuki Değer
- Suçun Konusu
- Fail – Mağdur
- Fiil
- Aleniyet Unsurunun Değerlendirilmesi
- Suçun Manevi Unsuru
- Suçun Hukuka Aykırılık Unsuru
- Haberleşme İçeriklerinin Suç Teşkil Etmesinin Hukuka Aykırılık Unsuru Bakımından Değerlendirilmesi
- SONUÇ
- KAYNAKÇA
GİRİŞ
Günümüz dünyasında insanlar arasındaki etkileşimin artması haberleşmenin de önemini son derece artırmıştır. Bu durum karşısında insanların, haberleşmenin gizliliğinin korunmasına karşı çok daha hassas bir tutum sergileme zorunluluğu meydana gelmiştir.
Özellikle gelişen teknolojiyle birlikte haberleşmedeki önemli rolü, internet almıştır. İnternet sayesinde, insanlar kilometrelerce mesafeden bile birbirleriyle rahatça iletişime geçer hale gelmiştir. İnsanlar, artık neredeyse hiçbir maliyet ve emek gerektirmeksizin tanıdığı veya tanımadığı herkesle iletişimde bulunabilme gücüne kavuşmuştur. Son yıllarda insanların, internet aracılığıyla birbirleriyle en çok etkileşime girdikleri alan ise sosyal medya olarak kendini göstermiştir. Sosyal medyada insanlar, bir nevi kendilerine ayrı bir kimlik edinmiş ve kendi hesabında birçok farklı içeriği paylaşma imkânına sahip olmuştur.
Sosyal medya, çağın en büyük algı mekanizması olarak kabul edilebilir. Sosyal medyanın, toplumlar üzerinde; siyasi, sosyolojik, psikolojik vb. birçok etki yaptığı yadsınamaz bir gerçektir. İnsanlar, sosyal medya aracılığıyla düşüncelerini, özel hayatını ve birçok farklı içeriği paylaşarak diğer insanların bilgisine sunmaktadır. Bu özgürlük, gerek kötü niyet sahibi gerekse bilinçsiz insanların elinde birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. İnsanlar, sosyal medyada kurdukları dünyalarında bilerek veya bilmeyerek birçok ihlale sebebiyet vermektedir. Özellikle insanların kişilik haklarına yönelen, hakaret içerikli paylaşımlar oldukça fazladır. Bununla beraber, son zamanlarda insanlar, sosyal medya hesapları aracılığıyla kendileri ile bir başkası arasında geçen mesajların içeriğinin ifşa edilmesi eylemiyle haberleşmenin gizliliğini açıkça ihlal etmeye başlamıştır. Bu noktada insanların, gerek mizah amaçlı gerek kişisel tatmin amaçlı gerekse iletişim kurduğu kişiye duyduğu kinden dolayı, haberleşme içeriklerini sıkça sosyal medyada ifşa ettiği gözlemlenmektedir.
Bu makalede, yukarıda söz edilen, kendisine gönderilen mesaj içeriklerini sosyal medya hesaplarında ifşa edilmesi eylemi, Türk Ceza Kanunu’nda açıkça düzenlenen, kendisiyle yapılan haberleşme içeriğini diğer tarafın rızası olmadan alenen ifşa etmek suçu kapsamında değerlendirilecektir.
HABERLEŞME
Haberleşme Kavramı
Haberleşme, kelime anlamı olarak, iletişim ve yazışma şeklinde tanımlanmıştır (Türk Dil Kurumu Sözlükleri, 2019). Her ne kadar haberleşmenin eş anlamlısı olarak iletişim kavramına yer verilse de haberleşmenin bir eylemi, iletişimin ise bir süreci ifade ettiği ve bu iki kavramın eş anlamlı olmadığı gerekçesiyle ilgili tanım eleştirilmiştir ( Aktaş, 2016, s.5).
Belirtmek gerekir ki, konumuz açısından haberleşmede önemli olan vasıtalardır. Haberleşmenin; mektupla, elektronik postayla, telgraf, telefon vb. araçlarla yapılması mümkündür (Gültaş, 2016, s. 12). Nitekim günümüzde sıklıkla kullanılan, elektronik posta ve kısa mesaj şeklindeki bilgi aktarımının yazılı haberleşmenin içinde yer aldığı kabul edilmektedir (Özdemir, 2009a, s.286 ). Öğretide ise, incelenecek suç kapsamında, haberleşmenin, bir haberleşme aracı ile en az iki kişi arasında gerçekleşmesi gerektiği vurgulanmış ve aynı zamanda, konumuzun temel noktasını oluşturan, internet üzerinden yapılan sesli, görüntülü ve anlık ileti şeklinde gerçekleşen yazışmaların içeriğinin de haberleşmenin gizliliğini ihlal suçunun kapsamına girmesi gerektiği öngörülmüştür ( Koca ve Üzülmez, 2015).
Bu durumda değinilmesi gereken bir diğer nokta da elektronik haberleşme kavramıdır. Elektronik haberleşme, Elektronik Haberleşme Kanunu m.3/h bendinde “Elektriksel işaretlere dönüştürülebilen her türlü işaret, sembol, ses, görüntü ve verinin kablo, telsiz, optik, elektrik, manyetik, elektromanyetik, elektrokimyasal, elektromekanik ve diğer iletim sistemleri vasıtasıyla iletilmesini, gönderilmesini ve alınmasını” ifade ettiği belirtilmiştir (Mevzuat Bilgi Sistemi, 2019). Öğretide, radyo ve televizyon yayınları, her ne kadar tek taraflı olarak bilgi, duygu, düşünce aktarımına yani kitle haberleşmesi kavramı içerisine girse de, haberleşmenin karşılıklı olması şartının gerçekleşmemesinin elektronik haberleşme kapsamına girmesinin engel olmayacağı görüşü savunulmuştur (Özdemir, 2009b, s. 7). Genel olarak bu görüşe katılmakla birlikte, her ne kadar tek taraflı yayınlar elektronik haberleşme kapsamında değerlendirilse de, yukarıda arz ve izah edildiği üzere haberleşmenin gizliliği ihlal suçunun konusunu oluşturması için, haberleşmenin karşılıklı olması şartının gerçekleşmesi gerektiği kanaatindeyiz.
Haberleşmenin Gizliliği
Haberleşmenin gizliliği, insanların kendilerini özgür ve güvende hissetmesi için son derece önemlidir. Nitekim haberleşmenin gizliliğinin korunması için gerekli düzenlemelerin yapılması da, bir hukuk devletinin olmazsa olmazlarından kabul edilmektedir. Zira demokratik hukuk devletlerinde özel yaşam söz konusu olduğunda, gizlilik anlayışı hâkim olmalıdır (Ölmez, 2015, s. 150). İnsanların, haberleşmesine bir müdahale olup olmadığı kuşkusu ve dinlenme paranoyasından uzak, rahat bir şekilde duygu, düşünce ve bilgi aktarımını karşı tarafa yapabilmesi sağlanmalıdır. Aksi bir kabullenme ise hukuk devleti kavramına gölge düşürecektir (Şen, 2017, s. 117).
Belirtmek gerekir ki, haberleşmede esas olan gizliliktir. Nitekim haberleşmenin gizli kabul edilmesi için bir sır veya gizli bilgiler içermesi gerekli olmamakla birlikte insanlar arasında aleniyet taşımayan bilgi, duygu ve düşünce aktarımları haberleşmenin gizliliği kapsamında değerlendirilmesi için yeterlidir (Zafer vd., 2018, s.495). Bu noktada, insanların istedikleri zaman, istedikleri kişilerle, istedikleri bir biçimde haberleşmesi ve üçüncü kişilerin, bu haberleşmeye bir müdahale etmek istemesi halinde, bu müdahaleden bireylerin korunması, haberleşmenin temel kuralı olmalıdır (Ölmez, 2015, s. 150). İnsanların özgürce haberleşebilmesi, özsaygıları açısından son derece önemli olduğu gibi özgürce haberleşebilmenin güvenini hissetmeleri, psikolojik açıdan da oldukça önemlidir.
Haberleşmenin gizliliği noktasında önemli olan husus, haberleşmenin içeriği olarak karşımıza çıkmaktadır. Haberleşme içerikleri, insanların diğer kimselerin bilmesini istemediği bilgiler barındırabilir. Konumuz açısından değerlendirildiğinde, örneğin internetten karşı tarafla mesaj yoluyla yapılan haberleşmelerde, bu mesajların; gizli bilgileri, başkası tarafından bilinmesi istenmeyen özel düşünce veya duygu açıklamalarını barındırması mümkün olabilmektedir. Bu bakımdan, bu mesajların özellikle insanlar tarafından yoğun olarak kullanılan sosyal medya yoluyla, ifşa edilmesi eyleminin yaygınlaşmasının; usulsüz telefon dinlemelerinin insanlar üzerinde yarattığı gibi bir güvensizlik hissi yaratacağı ve bununla birlikte birçok olumsuz sonuç doğuracağı unutulmamalıdır.
Haberleşme Özgürlüğünün Korunması
Haberleşme özgürlüğü, en temel haklardandır. Öğretide, haberleşme özgürlüğünün doğası gereği, negatif statü haklarından olduğu kabul edilmektedir (Ölmez, 2015, s. 153). Haberleşme özgürlüğü, düşüncelerin, bilgilerin serbestçe açıklanması, yayılması, hatta; okunması, dinlenmesi hakkını da kapsar (İçel ve Ünver, 2007, s.24). Konumuz açısından haberleşme özgürlüğü kavramı değerlendirilecek olursa, internet ve sosyal medya aracılığıyla yapılan haberleşmenin de, haberleşme özgürlüğü kapsamına gireceğini söylemek mümkündür (Özdemir, 2009a, s.287). Haberleşme özgürlüğü, özünde, kişinin özel hayatına saygı hakkının bir parçası olduğundan ayrıca bir önem arz etmektedir. Nitekim insanların; dili, dini, ırkı ne olursa olsun, hangi sosyal çevrede yetişirse yetişsin, temel ihtiyacı özsaygısını korumaktır, bunun da yolunun kişinin başta özel yaşam hakkının ve düşünce özgürlüğünün dış müdahalelerden korunmasından geçtiği unutulmamalıdır.
Her özgürlük gibi haberleşme özgürlüğü de, bireylerin elinde kötüye kullanımlara sebebiyet vermektedir. Özellikle internet özgürlüğünün, bazı insanların elinde bir silaha dönüştüğünü ve bu noktada birçok yasadışı yayın yapıldığını, zararlı içerikler üretildiğini, diğer insanlara cinsel ve psikolojik taciz gibi zorbalıklar için kullanıldığını belirtmek gerekir (İçel ve Ünver, 2007, s. 29). Haberleşme özgürlüğünün, bireyler tarafından ihlal edilmesinin birçok şekli olabilir. Bu bağlamda, kişilerin telefonlarını dinlemek, internet sitelerine ve sosyal medya hesaplarına siber saldırılar yapmak, haberleşme özgürlüğünün ihlaline örnek olarak verilebilecektir.
Her temel hak gibi, haberleşme özgürlüğüne de, bir müdahale veya bir kısıtlama getirilebilir. Yalnız bu durumda, kısıtlama veya müdahale gerekçesinin önemli ve haklı bir sebeplere dayanması gerekmektedir. Anayasa’da bu hakkın sınırlanma sebepleri sayılmıştır. Milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması gibi sebeplerin bir veya birkaçının, bu hakkın kısıtlanması için mevcut olması gerekmektedir (Nuhoğlu ve Yenisey, 2016, s. 272). Görüldüğü gibi haberleşme özgürlüğü, temel hak ve özgürlükler çerçevesinde değerlendirildiğinden bu hakka ilişkin kısıtlamaların da önemli sebepler içermesi gerektiği Anayasa’da belirtilmiştir. Bunların yanında, kanunlar çerçevesinde; hakkın kullanılması, kanun hükmünün yerine getirilmesi, meşru savunma, ilgilinin rızası gibi nedenler haberleşme özgürlüğüne müdahalede hukuka uygunluk sebepleri olarak karşımıza çıkabilmektedir.
Haberleşme özgürlüğü, ulusal ve uluslararası düzenlemelerle koruma altına alınmıştır. Bireyin özel yaşamının korunması, demokratik hukuk devletlerinde son derece önemli bir husus olduğundan haberleşme özgürlüğünün korunmasına dair birçok düzenlemeye yer verilmiştir. Fakat günümüzde teknolojinin gelişmesi ve haberleşme vasıtalarının çeşitliliğinin artması, haberleşme gizliliğini tehlike altına alan bir durum olarak karşımıza çıkmıştır (Özdemir, 2009a, s.287). Bu sebeple, bahsedilecek düzenlemelerin yanı sıra, uygulamada, gelişen teknolojinin dinamizmine uygun koruma yöntemlerinin geliştirilmesi, bu hakkın gerçek anlamda korunması bakımından oldukça önemlidir.
Uluslararası düzenlemelere baktığımızda, öncelikle Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi madde 12’de, “Hiç kimse özel hayatı ailesi, meskeni veya yazışması hususlarında keyfî karışmalara, şeref ve şöhretine karşı tecavüzlere maruz kalamaz. Herkesin bu karışma ve tecavüzlere karşı kanun ile korunmaya hakkı vardır.” ibarelerine yer verilmiş, açıkça haberleşme özgürlüğü kavramına yer verilmese de “yazışma” fiili eklenerek haberleşme özgürlüğüne dikkat çekmek istendiği söylenebilir. Türkiye’nin 2000 yılında imzaladığı, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin ise 17.maddesinde “Hiç kimsenin özel ve aile yaşamına, konutuna veya haberleşmesine keyfi veya hukuka aykırı olarak müdahale edilemez; onuru veya itibarı hukuka aykırı saldırılara maruz bırakılamaz.” ibarelerine yer verilerek, haberleşme kavramını açıkça kullanmış ve hukuka aykırı saldırılardan korunması gerektiğini belirtilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Özel hayatın ve Aile Hayatının Korunmasıbaşlığı altında yer verilen 8.maddesinde ise, “Herkes özel hayatına, aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.” hükmüne yer verilmiştir. Bunun gibi örneklere, çeşitli protokol ve anlaşmalarda da rastlamak mümkündür. Dikkat çekilmesi gereken nokta ise, uluslararası düzenlemelerde haberleşmenin özgürlüğünün özel hayat kavramıyla birlikte koruma altına alınmasıdır. Sonuç olarak, haberleşme özgürlüğü özel yaşam hakkının en önemli unsurlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Türk hukukuna baktığımıza zaman ise Anayasa’da uluslararası düzenlemelere paralel bir şekilde haberleşme özgürlüğünün koruma altına alındığını görmekteyiz. Anayasa’nın 22. maddesinde, “Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır.” ibaresine yer verilmiş, ikinci fıkrada ise “Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; haberleşme engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz. Yetkili merciin kararı yirmi dört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını kırk sekiz saat içinde açıklar; aksi halde, karar kendiliğinden kalkar..” (Mevzuat Bilgi Sistemi, 2019) hükmüne yer verilerek haberleşme özgürlüğüne müdahalenin sınırları çizilmiştir. Türk Ceza Kanunu’nun 132.maddesinde ise, “Özel Hayata ve Hayatın Gizli Alanına Karşı Suçlar” başlığı altında “Haberleşmenin Gizliliğini İhlal Suçu” düzenlenmiş, bu kapsamda; kişiler haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek, kişiler arasındaki haberleşme içeriklerini hukuka aykırı olarak ifşa etmek, kendisiyle yapılan haberleşme içeriğini diğer tarafın rızası olmaksızın ifşa etmek eylemleri suç olarak tanımlanmış ve belirli yaptırımlar öngörülmüştür. Makalemizin ilerleyen bölümlerinde, haberleşme özgürlüğünün ihlalinin, ceza hukuku kapsamında değerlendirmesine, ayrıntılı olarak yer verilecektir.
SOSYAL MEDYA
Sosyal Medya Kavramı
“Sosyal medya; geleneksel medyayı interaktif (karşılıklı etkileşim) diyaloğa çeviren, web tabanlı ve mobil teknolojilerikullanan, yeni bir medya türüdür.” şeklinde tanımlanmaktadır (Dülger, 2018, s. 137). Katılım, açıklık, bağlantılılık gibi unsurlar sosyal medyanın özellikleri arasında yer alır. Öyle ki; her isteyenin katılımı, rahat bir şekilde paylaşımları takip edilebilmesi bu özelliklerin yansımasıdır (Çakır ve Kılıç, 2014, s.141).
Sosyal medyada, zaman ve mekân sınırlaması olmaması ve katılımın detaylı prosedürler ve yüksek maliyet gerektirmemesi, sosyal medyayı geleneksel medyadan ayıran temel özellikler olarak nitelendirilebilir (Dülger, 2018, s. 139). Geleneksel medya ve sosyal medya somutlaştırılacak olursa; radyo, televizyon gibi yayın organları geleneksel medyaya; Facebook, Twitter gibi mecralar ise sosyal medyaya örnek olarak gösterilebilir. Bu bağlamda her iki medya türünde de geniş kitlelere ulaşmak mümkündür.
Sosyal Medyanın Etkileri
Günümüzde insanların, gerçek dünyada ve sanal dünyada olmak üzere iki ayrı kimliğe sahip oldukları söylenebilir. Sanal dünyadaki kimlikleriyle; özel hayatlarını, düşüncelerini, duygu durumlarını diğer insanların bilgisine sunmaktadır. Bu durum ilk zamanlar bir tercih olarak karşımıza çıksa da, gelinen noktada sosyal medyayı aktif olarak kullanmak neredeyse bir ihtiyaç haline gelmiştir. İnsanlar eğlenirken, bir yeri gezerken, stadda maç izlerken, araba kullanırken ve buna benzer birçok etkinlik yaparken, gerçek dünyada anı yaşamaktan ziyade sosyal medyada paylaşımda bulunarak, içinde bulunduğu durumu insanların bilgisine sunma kaygısı içerisine girdikleri dahi söylenebilir. Yapılan araştırmaya göre Türkiye’de 81 milyon nüfusun %64’ünün internet, %51’inin ise aktif sosyal medya kullanıcısı olduğu ve günde ortalama 3 saatini sosyal medyada geçirdiği gözlemlenmiştir (Dülger, 2018, s. 143). İnsanlar, gerçek dünyada bulamadıkları ilgiyi, sanal dünyasında oluşturduğu kimlikle bambaşka kişiliklere bürünerek elde edebilmektedir. İşte bu durumun yaygınlaşması, birçok etkiyi de beraberinde getirmiştir. Bu etkilerin başında ise bağımlılık gelmektedir. Artık uzmanlar bir sigara, uyuşturucu bağımlılığı gibi sosyal medya bağımlılığı kavramından bahsetmekte, bireyleri bu konuda uyarmaktadır. Çünkü insanların sadece paylaşım yapma değil aynı zamanda gündemden uzak kalma, diğer insanların paylaşımlarını görememe kaygısı içerisinde oldukları söylenebilir. Kanaatimizce öncelikle insanların sosyal medya kullanımında bağımlılıktan nasıl korunabileceği yönünde bilgilendirmeler yapılması gerekmektedir.
Üzerinde durulması gereken bir diğer önemli husus da sosyal medya ve ifade özgürlüğü ilişkisidir. Demokratik toplumların sürdürülebilirliği açısından önemli bir yer teşkil eden ifade özgürlüğü, insanların en temel ve korunması gereken haklarından birisidir ve bir düşünceye sahip olmanın yanında, bunu yayma özgürlüğünü de içinde barındırır. Sosyal medya her insana, bir ses duyurma, kendi medyasını yaratma fırsatı vermiştir. Bu durum, insanların gerek politik gerek sanatsal gerek sporla ilgili bir çok alanda görüşünü açıklama imkânı tanımıştır. Demokratik toplumlarda sosyal medya, önemli bir fırsat olarak değerlendirilse de, bu kullanımın yanlış bilgileri yayma, gerçek dışı algı yaratma, ifade özgürlüğü sınırlarını aşarak insanların kişilik haklarına saldırıda bulunma gibi birçok ihlali de beraberinde getirdiği bir gerçektir. İşte bu nedenle ülkelerde, sosyal medya kullanımının demokratik topluma katkı sunup sunmadığı noktasında görüş ayrılıkları meydana gelmiştir. Türkiye’de bir dönem Twitter ve Youtube’a erişimin engellenmesi kararı verilmiş, fakat Anayasa Mahkemesi bu kararların ifade özgürlüğünü ihlal ettiği gerekesiyle iptaline karar vermiştir (Yetim, 2014, s. 31). Yine bu noktada, sosyal medyaya yapılacak müdahalelerle bir özgürlük kısıtlaması meydana geleceğinde kuşku bulunmamaktadır. Fakat bireylerin de, ifade özgürlüklerini kullanırken hukukun sınırlarında kalarak herhangi bir ihlale sebebiyet vermemeleri noktasında bilinçlendirilmeleri gerekmektedir.
Özellikle son birkaç yılda, sosyal medyada sıkça gözlemlediğimiz bir diğer konu da masumiyet karinesinin açıkça ihlal edilmesidir. Masumiyet karinesi, bir kişinin suçluluğu sabit olana kadar suçlu sayılamayacağını belirten evrensel bir ilkedir. Ceza muhakemesinin amacı, maddi gerçeği ortaya çıkarmaktır. Bununla birlikte soruşturma ve kovuşturma aşamalarında, maddi gerçeğin ortaya çıkması için yetkili organlar tarafından gerekli inceleme ve araştırma yapılmaktadır. Özellikle soruşturma evresinin, gizliliği esastır. Soruşturma evresi, basit bir suç şüphesiyle başlayan evre olduğundan, şüpheliye masumiyet karinesi çerçevesinde en hassas yaklaşılan dönem olmalıdır. Fakat sosyal medyada herhangi bir şahıs hakkında bir soruşturma başlatıldığı veya suç duyurusunda bulunulduğu haberi yayıldığı anda, şahsın fotoğrafları dahil olmak üzere birçok bilgisi de, aynı hızla yayılmakta ve masumiyet karinesi açıkça ihlal edilmektedir. Bu durum, birey ve toplum psikolojisi yönünden oldukça olumsuz sonuçlar meydana getirebilir. Şüpheli hakkında, soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı veya kovuşturma sonucunda beraat hükmü verilse dahi, o kişinin üzerine atılı suçun etkileri hayatı boyunca devam edebilecektir. Aynı zamanda, soruşturma evresinde verilen ifadelerin, açıkça sosyal medyada paylaşılması da soruşturmanın gizliliğini ihlal eden bir eylem olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunların yanında, yine son zamanlarda artan bir durum olarak sosyal medya baskısıyla tutuklamalar eleştirilere maruz kalmaktadır. Bazen somut olayda, tutuklama nedenlerinin varlığı yokken bile şüpheliler yalnızca sosyal medyada oluşan tepkiden dolayı tutuklanabilmektedir. Bu da sosyal medyanın yargı üzerinde yaptığı olumsuz etkiler kapsamında değerlendirilebilir.
Sosyal medyanın bir diğer yansıması da, siber zorbalıktır. Sosyal medya, bazı bireylerin elinde adeta suç işlemeyi kolaylaştıran bir suç aletine dönüşmüştür. Kaldı ki, insanlar sosyal medya aracılığıyla; hakaret, tehdit, özel hayatın gizliliğini ihlal, psikolojik baskı, cinsel taciz gibi birçok eylemi gerçekleştirebilmektedir. Bu eylemler de, bireyler ve toplum üzerinde oldukça olumsuz etkiler göstermektedir. Nitekim siber zorbalığı fiziksel zorbalıktan ayıran bir yön de siber zorbalık için kullanılan içeriğin, sadece ilgili kişi için değil herkes tarafından görüntülenebilmesi olarak karşımıza çıkmaktadır (Çakır ve Kılıç, 2014, s.152).
Günümüzde insanlar, hiç haberi e rızası olmadan, diğer insanların görülmesini istemeyeceği hallerinin videosunu çekerek sosyal medya sitelerinde, sadece etkileşim için paylaşabilmektedir. Yine özel mesaj yoluyla bir diğer kullanıcının çıplak fotoğraflarını, videolarını isteyerek bunları yayabilmektedir. Bununla birlikte insanlarla sistemli olarak dalga geçmek, hakaret etmek, sosyal medya diliyle “linç etmek” dediğimiz olay da son derece artmıştır. İşte bu bilinçsiz paylaşımlar, her ne kadar insanlar için bir mizah malzemesinden öte görünmese de, diğer taraf için durum öyle olmayabilir. Nitekim sanal dünyada maruz kaldığı psikolojik şiddet yüzünden, gerçek dünyada ağır psikolojik sorunlar yaşayan insanların sayısı da azımsanmamalıdır. Örneğin, İngiltere’de 15 yaşındaki bir genç kız arkadaşlarının Facebook sayfasına yazdığı kötü sözlere dayanamayarak intihar etmiştir (Akarslan, 2015, s. 58). Bu ve bunun gibi dönüşü olmayan sonuçların yaşanmaması için siber zorbalık konusunda sosyal medya kullanıcıları sıkça bilinçlendirilmeli, bununla ilgili teknik ve hukuki önlemler de artırılmalıdır.
Tüm bu sayılanların yanında sosyal medyanın, Arap Baharı, Wikileaks gibi toplumsal olaylardaki rolü sosyal medyanın politik etkisine örnek olarak gösterilebilir (Çakır ve Kılıç, 2014, s.155).
Sosyal medyada kullanılan dilin, günlük hayatta konuştuğumuz dilden daha farklı olduğunu söylemek de mümkündür. Sosyal medyada yeni ortaya çıkan kelimeler, kısaltmalar, duygu durumlarını ifade etmek için kullanılan emojiler göze çarpmaktadır. Her şeyin hızla tüketildiği sosyal medyanın, özellikle anadilimize vereceği zarardan korumak için de gerekli tüm tedbirleri almakta fayda vardır.
KENDİSİYLE YAPILAN HABERLEŞMENİN DİĞER TARAFIN RIZASI OLMADAN HUKUKA AYKIRI OLARAK İFŞA ETME SUÇU
Genel Olarak
TCK’nın 132. Maddesinde, “Haberleşmenin Gizliliğini İhlal Suçu” düzenlenmiştir. Bu bakımdan öğretideki bir görüşe göre bu maddede; kişiler arasındaki haberleşmenin ihlali, kişiler arasındaki haberleşme içeriklerinin ifşa edilmesi, kişinin kendisiyle yapılan haberleşme içeriğini diğer tarafın rızası olmaksızın alenen ifşa edilmesi şeklinde üç ayrı suç tanımı yapıldığı kanaatine varılmıştır (Koca ve Üzülmez, 2015, s. 468). Bu görüşe katılmakla birlikte, makalede haberleşme içeriğini diğer tarafın rızası olmaksızın alenen ifşa edilmesi suçunun sosyal medya aracılığıyla işlenmesinin incelenmesi amaçlanmaktadır.
Korunan Hukuki Değer
Suçla korunan hukuki değer, haberleşmenin gizliliğidir. Aynı zamanda haberleşmenin gizliliği, özel hayatın konusunu oluşturduğundan, düzenlenen suçla kişinin özel yaşamının da koruma altına alındığı söylenebilir. Yine bu maddeyle, haberleşme hürriyetinin dokunulmazlığının korunması ilkesinin de gözetildiği öğretide yer bulmuştur (Gültaş, 2016, s. 11). Bir başka görüşe göre de, bu suçla, tarafların fikri hakkının korunduğu, çünkü ihlalin fikir özgürlüğüne yönelik olduğu da savunulmaktadır (Zafer vd., 2018, s. 484).
Suçun Konusu
Suçun konusunu haberleşmenin içeriği oluşturur. Fakat bu noktada yapılan haberleşmenin, gizlilik esasına uygun bir şekilde yapılması bu suçun konusunu oluşturması için gereklidir. Öyle ki, aleni olan ve özel hayat alanına girmeyen haberleşme içerikleri bu suçun konusunu oluşturmayacaktır. Yine suçun konusunu oluşturması bakımından, haberleşmenin en az iki kişi arasında ve haberleşme vasıtası ile gerçekleştirilmesi şarttır (Koca ve Üzülmez, 2015, s. 471). Haberleşme vasıtasını konumuz özelinde değerlendirecek olursak, madde gerekçesinde, “bu haberleşme, örneğin mektupla, telefonla, telgrafla, elektronik posta yoluyla yapılabilir.” ibaresine yer verildiği gözlemlenmektedir. Madde gerekçesinde sayılan bu haberleşme vasıtalarının yanı sıra; cep telefonuyla gönderilen kısa mesajlar ve sosyal medya yoluyla gönderilen mesajlar da bu vasıtaların içinde sayılabilecektir. Teknolojinin her geçen gün gelişmesi ve değişmesi, belirttiklerimizden çok daha çeşitli ve farklı haberleşme vasıtalarına da meydan verebilecektir. Bu noktada önemli olan ve ölçüt alınması gereken husus, haberleşmenin gizlilik iradesini yansıtan bir vasıta ile yapılıp yapılmadığıdır. Öğretide, bir internet ortamında isteyen herkesin dahil olabileceği sohbet odalarında gerçekleştirilen sohbetlere yapılacak saldırıların, bu suçun konusunu oluşturmayacağı örnek olarak gösterilmiştir (Zafer vd., 2018, s.491).
Belirtmek gerekir ki, haberleşme içeriğinin bu suç kapsamında korunması için herhangi bir gizli bilgi veya sır içermesi gerekli değildir. Bireyin; kendi fikrinden, özel hayatından, duygu ve düşüncesinden iz taşıyan her içeriğin özel olduğu ve özel hayata saygı kapsamında korunması gerektiği unutulmamalıdır.
Fail – Mağdur
Haberleşme içeriğini diğer tarafın rızası olmadan hukuka aykırı olarak alenen ifşa edilmesi suçunda fail, ancak haberleşmenin taraflarından birisi olabilir. Türk Ceza Kanunu’nun 137. Maddesinde, bu alanda düzenlenen suçlar için ortak artırım nedenleri öngörülmüştür. Buna göre suç, kamu görevlisi tarafından görevinin verdiği yetkiyi kötüye kullanmak suretiyle veya belirli bir meslek veya sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle işlenirse, verilecek cezanın yarı oranında artırılacağı hükme bağlanmıştır.
Mağdur ise, rızası alınmadan yaptığı haberleşmenin içeriği alenen ifşa edilen kişi ya da kişilerdir. Bu bağlamda haberleşen kişilerin sayısı ikiden daha fazla olabilmektedir. Öğretide, telekonferans yoluyla yapılan haberleşmede konuşan tüm tarafların suçun mağduru olacağı örnek olarak gösterilmiştir (Koca ve Üzülmez, 2015, s. 470). Belirtmek gerekir ki, bu suç kapsamında haberleşme taraflarının önceden birbirini tanıyıp tanımamasının suçun faili veya mağduru olmalarına bir etkisi yoktur.
Fiil
Öncelikle belirtmek gerekir ki, suç; “kendisiyle yapılan haberleşme içeriklerinin hukuka aykırı olarak diğer tarafın rızası olmadan alenen ifşa etmek” olarak tanımlanmıştır. Bu sebeple suçun gerçekleşmesi için; ortada bir haberleşme içeriği olmalı, ihlal haberleşmenin taraflarından biri tarafından gerçekleştirilmiş olmalı, diğer tarafın alenen ifşa eylemine ilişkin rızası olmamalı ve haberleşme içeriği bu kapsamda alenen ifşa edilmiş olmalıdır.
Makalenin önceki bölümlerinde; haberleşme içeriği, haberleşme vasıtaları hakkında açıklamalar yapıldığından öncelikle bu suç açısından “alenen ifşa” unsuru değerlendirilecektir. Aleniyet açısından genel kabul gören ölçüt, fiilin gerçekleştiği koşullar itibariyle belirli olmayan ve birden fazla kişi tarafından algılanabilir olmasıdır (Özbek vd., 2015, s.533 ). İfşa etmek, “gizli bir şeyi ortaya dökmek, açığa vurmak, yaymak, ilan etmek, afişe etmek, reklam etmek” şeklinde tanımlanmıştır (Türk Dil Kurumu Sözlükleri, 2019). Haberleşen tarafların, kendi iradeleriyle; duygu, düşünce ve bilgi aktarımında bulunurken ifşasına göz yumdukları anlamına gelmemelidir ki , haberleşmede gizlilik esastır (Zafer vd., 2018, s.495). Örnek vermek gerekirse, iki kişi arasındaki bir telefon konuşması veya bir mesajlaşma, taraflardan biri tarafından kaydedilir ise suçun oluşabilmesi için, bu kaydın alenen ifşa edilmesi, yani sayısı belirli olmayan birden fazla kişinin algılayabileceği bir ortamda açığa çıkarılması gerekmektedir. Bu kayıt, yalnızca kaydedenin bir kişiye dinletmesi veya okutması şeklinde gerçekleşirse, işte o zaman bu suç işlenmiş sayılmayacaktır. Aleniyet bu suçun unsuru sayıldığından, kast aleniyeti kapsamalıdır (Zafer vd., 2018, s.495).
Tipikliğin bir diğer unsuru da kanun maddesinde açıkça belirtildiği üzere “diğer tarafın rızasının bulunmaması” olarak karşımıza çıkmaktadır. Haberleşen taraf, haberleşme içeriğinin, alenen ifşa edilmesine rıza göstermemiş olmalıdır. Fail eğer rızasının mevcudiyeti noktasında bir yanılgıya düşmüşse, TCK mad. 30/1 kapsamında suçun maddi unsurlarında hata hükümlerinden yararlanabilecektir (Koca ve Üzülmez, 2015, s.75).
Maddeye daha sonradan eklenen, “hukuka aykırı olarak” ibaresi gerekçede açıklanırken, “ifşanın hukuka aykırı olduğunun fail tarafından biliniyor olması gerektiği ve suçun ancak doğrudan kastla işlenebileceği” ibarelerine yer verilmiştir. Fakat öğretide, hukuka aykırı olarak ifadesinin eklenmesi, maddenin uygulama alanını daraltacağı, karışıklığa ve yanlış uygulamalara yol açacağı düşüncesiyle eleştirilmiştir (Özbek vd. , 2015, s.536).
Aleniyet Unsurunun Değerlendirilmesi
İlgili suç kapsamında aleniyet, oldukça önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu unsura ilişkin, sosyal medya aracılığıyla yapılan ifşanın, aleniyet taşıyıp taşımadığı hususunda bir değerlendirme yapmak gerekmektedir.
Aleniyet konusunda doktrinde; kişi sayısını, yer durumunu veya belirliliği esas alan farklı tanımlar mevcuttur. Bu noktada; gelişen teknoloji, değişen toplum yapısı değerlendirildiğinde, cep telefonu ve sosyal medya kullanımının oldukça arttığı da kabul edilecek olursa, aleniyet hususu daha fazla incelenmeli ve gelişen durumlara uygun olarak yeni ve ortak bir tanım geliştirmelidir (Gülseren, 2014, s.56). Fakat doktrinde genel olarak kabul gören ve kanunun gerekçesinde de yer verilen aleniyet tanımı, “fiilin belirli olmayan ve birden çok kişi tarafından algılanabilir olması” şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
Yargıtay’ın aleniyet kavramına yaklaşımını, sosyal medya özelinde inceleyecek olursak; Yargıtay 8. Ceza Dairesi 2017/8539 E. 2017/10706 K. Sayılı kararında , “Sanık hakkında hakaret suçu yönünden kurulan hükmün incelenmesinde ise; Aleniyet hakaret eyleminin herkesin duyabileceği, görebileceği ve sayısı belli olmayan birden fazla kişiler tarafından algılanabilir olması anlamına gelmektedir. Aleniyet nedeniyle artırım yapılmasının amaçlarından biri mağdurun onur ve şöhretinin, fiili başkalarının duyması veya duymasına açık olması nedeniyle daha fazla zarar görmesi diğeri ise hukuka aykırılık teşkil eden fiilin bizatihi aleni olarak icra edilmesidir. Somut olayımızda sanığın kullanmakta olduğu twitter hesabından herkesin görebileceği şekilde katılana hakaret ettiği sabit olmasına rağmen 5237 sayılı TCK’nın 125/4 maddesi gereğince artırım yapılması gerektiğinin gözetilmemesi, bozmayı gerektirmiş..” (Hukuk Medeniyeti- Yargıtay Kararları, 2019) ibarelerine yer vermiştir. Bu karar, her ne kadar hakaret suçuna ilişkin bir karar olsa da, konumuz açısından Yargıtay’ın sosyal medya ve aleniyet ilişkisindeki yaklaşımını ortaya koymak bakımından oldukça önemlidir. Yargıtay, söz konusu kararda sosyal medya hesabından yapılan hakaretin, birden fazla kişi tarafından algılanması sonucunda ihlâlin boyutu artacağından, aleniyet unsurunun varlığı kabul ederek cezada artırıma gidilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Yine aynı minvalde, Yargıtay 12. Ceza Dairesi 2017/4286 E. 2018/1180 K. Sayılı kararında “Hakaret suçu oluştuğu kabul edilen eylemin , birden fazla kişi tarafından algılanma imkanı bulunan facebook adlı sosyal paylaşım sitesinde işlenmesi halinde tayin olunan cezada 125/4. Madde uyarınca artırıma gidilmesi gerektiği gözetilmeden..” (Hukuk Medeniyeti- Yargıtay Kararları, 2019) ifadelerine yer vererek, Facebook’ta yapılan paylaşımla, suçun alenen işlendiğinin kabul edilmesi gerektiği şeklinde değerlendirmelere yer vermiştir.
Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 17.06.2013 tarih 2013/32350 E. 2013/16486 K. Sayılı kararında, “haberleşme içeriklerinin aleni olmayan ortamda ifşa edilmesi nedeniyle sanığın eyleminin TCK’nun 132/3. maddesinde tanımlanan haberleşmenin gizliliğini ihlal suçu kapsamında değerlendirilemeyeceği anlaşılmakla, mağdurenin özel yaşam alanına girdiğinde kuşku bulunmayan konuşmaların ses kayıtlarını içerir ses kaydını başkalarına dinleten sanığın özel hayatın gizliliğini suçu işlediği anlaşıldığından..” (İçtihat Arama Motoru, 2019) ifadelerine yer vererek, kaydedilen konuşmaların aleni olmayan ortamda ifşası halinde, haberleşme içeriğinin diğer tarafın rızası olmadan alenen ifşa etme suçu kapsamında değil, özel hayatın gizliliği suçu kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Bize göre de Yargıtay’ın bu yöndeki değerlendirmesi yerindedir.
Kanaatimizce, bir içeriğin yalnızca sosyal medyada paylaşıldığı için, aleniyet unsuru şartını gerçekleştirdiğinin kabulü doğru değildir. Çünkü aleniyetin tanımında, “belirli olmayan” ve “birden fazla kişi” kıstaslarına yer verilmiştir. Bu bakımdan, sosyal medya hesaplarında, gelişen özellikler sayesinde, insanlar artık sadece belirli birkaç kişinin görebileceği paylaşımlar da yapabilmektedir. İşte bu durumda, aleniyet şartının gerçekleştiği kabul edilmemelidir. Onun dışında elbette, belirli olmayan, birden fazla kişinin görebileceği şekilde yapılan sosyal medya paylaşımları aleniyet unsurunu gerçekleştirecektir. Açıklamalar doğrultusunda, örneğin başka bir kişiyle yaptığı konuşmanın ekran görüntüsünü alarak, Twitter hesabında yüzlerce, binlerce insanın bilgisine sunan kişilerin açıkça kendisiyle yapılan haberleşme içeriğinin diğer tarafın rızası olmadan alenen ifşa etme suçunu işlediği kabul edilmelidir.
Suçun Manevi Unsuru
Bu suç ancak kasten işlenebilir, taksirli hali kanunda düzenlenmemiştir. Aynı zamanda failin amacı ve ulaşmak istediği sonuç, bu suç bakımından önem taşımamaktadır.
Suçun Hukuka Aykırılık Unsuru
Genel olarak haberleşmenin gizliliğini ihlal suçlarında; hakkın kullanılması, ilgilinin rızası ve kanun hükmünün yerine getirilmesi hukuka uygunluk nedenleri olarak kabul edilebilir.
Kanun hükmünün yerine getirilmesi bakımından, öğretide özellikle CMK kapsamında önleme ve adli amaçlı yapılan haberleşmenin denetlenmesi faaliyetleri örnek olarak gösterilmiştir (Koca ve Üzülmez, 2015, s. 477). Söz konusu müdahalelerin, haberleşmenin gizliliğini ihlal suçu noktasında hukuka uygunluk nedeni oluşturacağından şüphe bulunmamakla birlikte, haberleşme içeriğinin diğer tarafın rızası olmadan alenen ifşa etme suçu bakımından bu hukuka uygunluk nedeninin uygulama alanı bulmasının zor olduğu kanaatindeyiz.
Bu suç açısından bir diğer hukuka uygunluk nedeni ise, ilgilinin rızasıdır. Unutulmamalıdır ki, rızanın hukuka uygunluk nedeni olması için, fiilden önce veya en geç fiilin işlendiği sırada açıklanmış olması gerekmektedir. Ayrıca belirtmek gerekir ki , fiilde rıza kadar ilerlenir, yani rızanın tam olarak ne için verildiği, ne kadar verildiği somut olaya göre dikkatli bir şekilde değerlendirilmelidir. Örneğin bu suç kapsamında, diğer taraf yalnızca, konuşmaların veya mesajların yani haberleşme içeriğinin bir kişiye gösterilmesi için rıza vermiş fakat diğer taraf içerikleri alenen ifşa etmişse burada hukuka uygunluk nedeninden bahsedilemeyecektir. Bu suç kapsamında, rıza konusunda öğretide yer verilen bir görüşe göre; rızanın tipikliğin bir unsuru olduğu ve rıza varsa zaten tipe uygun bir fiil oluşmayacağı, hukuka aykırılık değerlendirilmesi de ancak tipe uygunluktan sonra yapılacağından bahisle, rızanın hukuka uygunluk nedeni kapsamında değerlendirilemeyeceği savunulmuştur (Koca ve Üzülmez, 2015, s.476).
Bu suç bakımından öngörülen bir diğer hukuka uygunluk sebebi de, hakkın kullanılmasıdır. Bu durum, uygulamada en çok; cinsel taciz, hakaret, tehdit vb. suçları kanıtlamak amacıyla haberleşme içeriğinin soruşturma veya kovuşturma aşamasında delil olarak sunulması şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Eğer mağdurun, kendisine yönelen eylemi başka türlü kanıtlama imkânı yoksa ve haberleşme içeriklerini kanıt olarak kullanma amaçlı yetkili makamlara sunuyorsa işte bu durumda her ne kadar diğer tarafın rızası olmadan haberleşme içeriklerini alenen ifşa etme eylemini gerçekleştirmiş olsa da, hakkın kullanılması kapsamında hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilecektir. Bu noktada belirtmek gerekir ki, incelediğimiz suçun oluşması bakımından aleniyet oldukça önemli bir kıstastır. Bu sebeple yetkili makamlara sunulan delil niteliğindeki haberleşme içeriklerinin, soruşturma ve kovuşturma aşaması olarak, iki ayrı değerlendirme yapılabilir. Soruşturmanın gizliliği, hukukumuzda temel ilkelerdendir. Bu sebeple sunulan deliller alenen ifşa edilmiş sayılmayacağından suçun oluştuğu kabul edilemeyecektir (Zafer vd., 2018, s.495). Ancak kovuşturma aşamasında, örneğin duruşmada, kendisiyle yapılan haberleşme içeriklerinin diğer tarafın rızası olmadan sunulması durumunda alenen ifşa etme eylemi gerçekleşmiş sayılacak fakat hakkın kullanılması kapsamında hukuka uygunluk nedeni olarak değerlendirilecektir. Yargıtay da özellikle özel hayatin gizliliğini ihlal, haberleşmenin gizliliği gibi suçlarda, bu yönde kararlar vermiştir. Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 11.09.2012 tarihli 2012/20608 E. 2012/18217 K. Sayılı kararında “.. ancak, kişinin, bir daha kanıt elde etme olanağının bulunmadığı ve yetkili makamlara başvurma imkanının olmadığı ani gelişen durumlarda, örneğin; kendisine karşı işlenmekte olan (cinsel saldırı, hakaret, tehdit, iftira veya şantaj gibi) bir suç söz konusu olduğunda ya da kendisine veya aile birliğine yönelen, onurunu zedeleyen, haksız bir saldırıyı önlemek için, kaybolma olasılığı bulunan kanıtların kaybolmasını engelleyip, yetkili makamlara sunarak güvence altına almak amacıyla, saldırıyı gerçekleştiren tarafın bilgisi ve rızası dışında, konuşma ve haberleşme içeriklerini veya özel hayata ilişkin ses ve görüntülerini dinleme, izleme ya da kaydetme eylemlerinin hukuka aykırı olduğunu kabul etmek mümkün olmadığı gibi, esasen bu hallerde, kişinin hukuka aykırı hareket ettiği bilinciyle hareket ettiğinden de söz edilemeyeceği,
Bu açıklamalar ışığında somut olay gelince, katılanların daha önce kendilerine hakaret ve tehdit içerir sözler söylediklerini işiten sanıkların, sabit ev telefonundan katılanlarla yaptıkları görüşmeyi, hakaret ve tehdit vari sözlerin sarfı üzerine teyp cihazı yardımıyla katılanların rızası dışında kasete kaydedip, elde ettikleri teyp kasetini, katılanlar aleyhine tehdit ve hakaret suçlarından açılan ve kendilerinin şikayetçi olarak yer aldıkları davada, vekilleri marifetiyle, mahkemeye delil olarak sunmaları şeklinde gelişen eylemlerinde suç işleme kastları bulunmadığı anlaşılmakla..” (İçtihat Arama Motoru, 2019) ifadelerine yer verilerek, delil olarak kayıtların dava dosyasına sunulduğu olayda, hukuka aykırılık bilincinin olmadığını vurgulamıştır. Bu kapsamda dikkat edilmesi gereken husus delil elde etme amacının planlı olmamasıdır. Yani planlı bir şekilde, sadece yeni delil etmek amacıyla hareket edip haberleşme içerikleri dava dosyasına sunulursa, bu durumda failin, kendisiyle yapılan haberleşme içeriklerini alenen ifşa etme suçundan (TCK m.132/3) cezalandırılması gerekmektedir. Nitekim, aynı yönde Yargıtay 12. Ceza Dairesi 14.04.2014 tarih 2014/15626 E. 2014/8990 K. Sayılı kararında “..şikayetçi tarafından kendisine karşı işlenmekte olan ve ani gelişen bir suç bulunmadığı halde, kaybolma olasılığı olan mevcut delilin muhafazasını sağlamak için değil, önceden hazırlıklı ve planlı bir şekilde, yeni delil elde etmek amacıyla hareket ederek, şikayetçi ile arasındaki telefon görüşmesini gizlice kaydedip, bu ses kaydını içerir CD’yi şikayetçinin bilgisi ve rızası dışında dava dosyasına delil olarak sunduğu atılı eylemin TCK m. 132/3’de düzenlenen suçu oluşturduğu gözetilmeden..” (İçtihat Bilgi Bankası, 2019) ifadelerine yer vermiştir. Yer verilen iki Yargıtay kararının da bu kapsamda yerinde olduğu kanaatindeyiz.
İ. Haberleşme İçeriklerinin Suç Teşkil Etmesinin Hukuka Aykırılık Unsuru Bakımından Değerlendirilmesi
Son zamanlarda insanların, özellikle yaptıkları mesajlaşmaları ifşa etme durumunun sosyal medyada oldukça arttığını belirtmiştik. Fakat bu noktada tartışılması gereken konu, alenen ifşa edilen mesaj içeriklerinin veya telefon kayıtlarının suç teşkil etmesi halinde ceza sorumluluğu açısından nasıl bir değerlendirilme yapılması gerektiğidir. Örneğin, bir sosyal medya kullanıcısı, bir başka sosyal medya kullanıcısıyla mesajlaşırken, bir hakarete veya tehdide veya cinsel taciz boyutuna ulaşan bir mesaja maruz kalıyor ve bu durum karşısında, suç teşkil eden mesajları ekran görüntüsü alıp diğer sosyal medya kullanıcılarının bilgisine sunmak için herkese açık hesabında kullanıcının ismiyle beraber alenen ifşa ediyor. Konuyla ilgili, verdiğimiz örnek üzerinden bir değerlendirme yapmak gerekirse, yukarıda detaylı olarak izah edildiği üzere; hakarete, tehdide veya cinsel tacize maruz kalan sosyal medya kullanıcısı bu haberleşme içeriklerini kaydederek bununla birlikte ihbar ve şikayet hakkının kullanımı kapsamında suç duyurusunda bulunması temel hakkıdır. Bununla birlikte, suçu kanıtlamak amacıyla dava dosyasına delil olarak sunması da hakkın icrası kapsamında hukuka uygunluk nedeni olarak değerlendirilecektir. Fakat suç teşkil eden mesajların ekran görüntüsü alınarak sosyal medyada ifşa edilmesi eyleminin, bu noktada herhangi bir hukuka uygunluk nedeni taşımadığını belirtmek gerekir.
Yukarıda verilen örnekte, söz konusu eylemin haksız tahrik çerçevesinde değerlendirilmesi mümkündür. Haksız tahrik, kusurluluğu etkileyen sebepler arasında yer almaktadır ve kanunumuzda, haksız bir fiilin kendisinde meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisiyle suç işleyen kimsenin cezasında indirim yapılması gerektiğini hükme bağlayan bir düzenleme olarak karşımıza çıkmaktadır. Öğretide, haksız fiilin şartları şu şekilde sayılmıştır: Tahrik teşkil eden bir fiilin bulunması, fiilin haksız olması, failde hiddet ve şiddetli elemin bulunması, hiddet ve şiddetli elem ve işlenen suç arasında nedensellik bağının bulunması, işlenen suçun hiddet ve şiddetli elem halinin bir tepkisi olması, haksız tahriki teşkil eden eylemin fiili işleyen kimseye yönelmiş olması (Hakeri, 2014, s. 414-420). Bu şartlar altında örnek verdiğimiz olayı değerlendirecek olursak; kendisine yönelen hakaret, tehdit veya cinsel taciz eyleminin tahrik teşkil eden haksız bir fiil olduğu kuşkusuzdur. Bunun meydana getirdiği hiddetli ve şiddetli elem sonucu bu ifşa eyleminin gerçekleştirildiği de kabul edilecek olursa failin haksız tahrik indiriminden yararlanacağını belirtmek gerekir.
Sonuç
Günümüz toplumunda insanların birbirleriyle etkileşiminin artması, insanlar arasındaki sosyal mesafenin azalması haberleşmenin de önemini aynı oranda artırmıştır. İnsanlar haberleşme vasıtası olarak, interneti daha sık tercih eder hale gelmiştir. Nitekim telefondan yapılan haberleşmelerin dahi, genelde internet kullanılarak yapıldığını söylemek mümkündür. Bununla birlikte sosyal medya kavramının ortaya çıkması ve hemen hemen her insanın en az bir sosyal medya sitesinin kullanıcısı olması, diğer insanlara ulaşmayı oldukça kolay hale getirmiştir.
Haberleşme vasıtalarının internet odaklı değişimi ve bu minvalde çeşitlenmesi, haberleşmenin gizliliği konusunda da daha hassas bir tutum sergileme zorunluluğunu beraberinde getirmiştir. Nitekim haberleşme gizliliğinin sıkça internet aracılığıyla ihlal edildiğini söylemek mümkündür. Özellikle insanların, diğer insanlarla yaptığı haberleşme içeriklerini sosyal medya aracılığıyla ifşa etmesi ve bu durumun gittikçe normalleşmeye başlaması haberleşmenin gizliliğine gölge düşüren bir durum olarak karşımıza çıkmıştır.
Kendisiyle yapılan haberleşmenin içeriklerini diğer tarafın rızası olmadan hukuka aykırı olarak alenen ifşa etme suçu, TCK m. 132/3’te bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası öngören bir düzenlemedir. Son dönemlerde sıkça sosyal medyada gözlemlenen, kendisiyle yapılan haberleşmenin ekran görüntüsünü alarak belirli olmayan birden faili kişinin bilgisine sunma eylemini gerçekleştiren kullanıcılar bu suçun faili olabilmektedir. Haberleşme içeriklerinin; cinsel taciz, hakaret, tehdit vb. suç unsurlarını içerdiğinde, insanlar bu haberleşme içeriklerini, kendilerine karşı işlenen suçtan dolayı bir haklılık duygusuyla ifşa etse de, kendisiyle yapılan haberleşmenin içeriklerini diğer tarafın rızası olmadan hukuka aykırı olarak alenen ifşa etme suçunun yasal unsurları oluştuğundan bu suçun varlığı kabul edilecektir. Belirtmek gerekir ki, haberleşme içeriklerinin suç teşkil etmesi, bu bağlamda bir hukuka uygunluk nedeni olarak da kabul edilmeyecektir. Bu durumda ifşa eylemini gerçekleştiren kullanıcılar yalnızca haksız tahrik indiriminden yararlanacaktır. Fakat haberleşme esnasında, suç teşkil eden haberleşme içeriklerinin yetkili makamlara delil amaçlı sunulması halinde hakkın kullanılması kapsamında, hukuka uygunluk nedeni kabul edilecektir.
KVKK alanındaki tüm Blog yazılarımızı bağlantıdan okuyabilirsiniz.
Hukuk ve Bilişim Dergisi Son Sayı’mızı okumak için bağlantıya tıklayınız.
Yazar: Av. Berk YİĞİT
KAYNAKÇA
Akarslan, H. (2015). Bilişim Suçları. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Aktaş, A. (2016). Haberleşmenin Gizliliğini İhlal Suçları. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Isparta.
Bayraktaroğlu, K., Yıldız, A. K., Zafer, H., Aksoy Retornaz, E., Keskin Kiziroğlu, S., Akyürek, G. … Erman Eroğlu, F. (2018). İstanbul: On İki Levha Yayıncılık.
Çakır. H., ve Kılıç, M. S. (Ed.). (2014). Güncel Tehdit: Siber Suçlar. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Dülger, M. V. (2018). Bilişim Suçları ve İnternet İletişim Hukuku. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Gülseren, F. (2014). Ceza Hukukunda Aleniyet Kavramı. LAÜ Sosyal Bilimler Dergisi , 5 (1) , 32-59 https://dergipark.org.tr/tr/pub/euljss/issue/6285/84339 adresinden alındı
Gültaş, V. (2016). Özel Hayata Karşı Suçlar. Ankara: Bilge Yayınevi.
Hakeri, H. (2014). Ceza Hukuku – Genel Hükümler. Ankara: Adalet Yayınevi.
Hukuk Medeniyeti- Yargıtay Kararları. (2019). Aralık 23, 2019 tarihinde https://www.hukukmedeniyeti.org/ adresinden alındı
İçel, K., & Ünver, Y. (2007). Kitle Haberleşme Hukuku. İstanbul: Beta Yayınevi.
İçtihat Arama Motoru. (2019). Aralık 23, 2019 tarihinde https://www.kararara.com/ adresinden alındı
İçtihat Bilgi Bankası. (2019). Aralık 19, 2019 tarihinde http://www.kazanci.com.tr/ adresinden alındı
Koca, M. ve Üzülmez, İ. (2015). Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler. Ankara: Adalet Yayınevi.
Mevzuat Bilgi Sistemi. (2019). Aralık 19, 2019 tarihinde https://www.mevzuat.gov.tr/ adresinden alındı
Nuhoğlu, A. ve Yenisey, F. (2016). Ceza Muhakemesi Hukuku. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Ölmez, C. B. (2015). Türk Hukukunda Haberleşme Özgürlüğüne Müdahalenin Ölçüsü. Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 23(1), 147-176.
Özbek, V. Ö., Kanbur, M. N., Doğan, K., Bacaksız , P., ve Tepe , İ. (2015). Türk Ceza Özel Hukuku Özel Hükümler. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Özdemir, H. (2009). Elektronik Haberleşme Alanında Kişisel Verilerin Özel Hukuk Hükümlerine Göre Korunması. Ankara: Seçkin Yayıncılık
Özdemir, H. (2009, Haziran). Haberleşmenin Gizliliği ve Kişisel Veriler. Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, XIII(1-2), 285-303.
Şen, E. (2017). 3 Temmuz Sözde Şike Hukuku. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Türk Dil Kurumu Sözlükleri. (2019). Aralık 19, 2019 tarihinde https://sozluk.gov.tr/ adresinden alındı
Türk Dil Kurumu Sözlükleri. (2019). Aralık 23, 2019 tarihinde https://sozluk.gov.tr/ adresinden alındı
Yetim, S. (2014, Eylül). Sosyal Medya, İfade Özgürlüğü İlişkisi ve Türkiye. Terazi Aylık Hukuk Dergisi, 9(97), s. 29-38.